İsrail’in deve kuşu propagandası

Prof. Dr. Yasin Aktay 2024-02-01

İsrail’in deve kuşu propagandası

İsrail terör devleti 7 Ekim’den itibaren tarihinde biriktirdiği bütün propaganda sermayesini son kuruşuna kadar tüketmek zorunda kaldı. Aksa Tufanı İsrail’in şimdiye kadar tepe tepe kullandığı Holokost sermayesini ona en aptal ve en savurgan şekilde harcatmış oldu. Soykırım kurbanlığı tekelini elinden aldı. Şimdi İsrail soykırımın kurbanı değil bizatihi en vahşi faili olma özelliğiyle bütün dünyaya tekrar görünmüş oldu. Üstelik bu görüntü öyle propaganda illüzyonlarıyla gerçekleşen bir görüntü değil. Suçüstü, bütün dünyanın şahitliği altında, herkese görünen, görünmeden kalamayan, kendiliğinden herkesin gözüne batan gerçekliğiyle bir görüntü.

Oysa İsrail kendi mazlumluk propagandasını yapmak için, bu topraklarda tek hak sahibi, tek varis olduğunu kanıtlamak için yüzyıldır çalışıyordu. Bu toprakların kendisine Tanrı tarafından vaat edilmiş olduğu hikayesinin elbette kimseyi bağlayan, haklı görülebilecek bir tarafı yok. Belki Siyonint ve Evangelist dostları ve parayla, makamla ikna ettiği köleleri nezdinde bu asıl sebebin bir geçerliliği olabilirdi. Ama yaşadığımız dünyada iyi-kötü geçerli olan hukuk mantığıyla bunu anlatmanın bir yolu yok. Bu durumda devreye dünyada asırlardır maruz kaldığı zulüm ve takibat dolayısıyla bir yurda en insani vaziyette sığınma hakkıyla ilgili edebiyat devreye giriyor ve yese de yemese de yutsa da yutmasa da bu hikaye etrafında kendi meşruiyetini sağlamaya çalışıyordu.

Her iki hikayenin aslında hiçbir temeli ve haklılığı olamazdı. Bir toprağa ihtiyacı varsa, Amerika’nın devasa boş arazileri vardı, Yahudileri çok sevenler o toprakları versinlerdi. Onları soykırıma tabi tutan Avrupalılar kendi topraklarından aynı ölçekte bir yer verselerdi, dünya için o kadar büyük bir musibet olmazdı. Kendileri için de bu kadar külfete sebep olmazdı.



Haçlı ordularının son kumandasını elinde tutan İngiltere Kudüs’ü Selahaddin’den 720 sene sonra tekrar ele geçirmişken, bütün haçlı seferlerinin sebebi olan Kudüs’ü almışken onu en az Müslümanlardan nefret ettikleri kadar nefret ettikleri Yahudilere neden altın tepsiyle sunup geri çekildiler? Sadece bu soru üzerinden gidildiğinde muallaktaki birçok soru zihinlerimizde delirip canlanır. Şimdilik geçelim.

İsrail bir hikayedir. Varlığı bir hikâye, güçlü yenilmez ordusu bir hikâye, mazlumluğu ve savunma hakkı bambaşka bir hikâye. Bütün bu hikâye yoğun propagandalarla sürdürülür insanların yüreklerine yeri geldiğinde korku, yeri geldiğinde acıma duygusu yeri geldiğinde ise ırkçılıktan ibaret bir dindarlık salınıyor. Tabi bütün bunlardan anlamayanlara Evangelist dostlarına güvenilerek yapılan tehditler işliyor. Bebek katili, soykırımcı Netanyahu’nun Müslümanlara yaptığı bütün bu katliamlara ses çıkarma ihtimali bulunan Arap ülkelerine “oturun oturduğunuz yerde, koltuklarınızı korumak istiyorsanız susun!” yollu ihtarı İsrail’in propaganda makinasını işleten farklı yakıtları da işaret ediyor. İkna edicilik asla bir mantığa, bir delile, bir rasyonaliteye ihtiyaç duymaz. Eninde sonunda herkes İsrail’in söylediğini kabul etmek zorunda olacaktır, ama severek, ama buğzederek.

Son savaşta bütün dünyada kendisiyle ilgili algıları kontrol etmiş olduğunu düşünüyor olması zannedildiğinden çok daha fazla bir özgüvene dayanıyor. Dünyanın her tarafında meydanlara dökülmüş vicdan sahibi insanların sesleri belli ki çok da önemli görülmüyor. Onların ikna edebileceği asıl karar sahibi insanlar yok. Kendi kendilerine bağırıp çağırıyor gibi görünüyor İsrail’e belli ki. Nasılsa o halkların liderleri çantada keklik gibi. Arap halkları İsrail’i bir kaşık suda boğacak kadar nefret ediyorlar, ne önemi var, liderleri çantada pişmiş keklik. Baksanıza dökülen Müslüman ve Arap kanı, çiğnenen Müslüman ve Arap onuru ve onlar Netanhayu’nun bir sözüyle hepsi hizaya geliyor ve hiçbirinde Netanyahu’nun bu sözünün kendileri için kastettiği rezil gerçeği yalanlama arzusu, onun yakıştırdığı pozisyona itiraz arzusu bile oluşmuyor.



Buna rağmen İsrail kendisiyle ilgili algılarla ilgili gökkubbenin 7 Ekim’de paramparça olduğunun farkında. Toparlamaya çalışıyor. Ama toparlamaya çalıştıkça batıyor.

Uyguladığı katliamlarla ilgili algıları birçok mecrada yeterince yönettiğini düşünüyor, ama belli ki bir tek X mecrasını yeterince kontrol edemediğini düşünmüş.

Onu da kontrol etse bütün algılar kendi lehine dönecek zannetmiş. Almış koskoca Elon Musk’ı, dünyanın en zengin adamı olmayı hak edecek kadar zeki bir adamı dünyanın en geri zekalı adamı yerine koyacak şekilde eğitime tabi tutmuş. Sapasağlam boş beşiğin içine yerleştirdiği patlamamış İsrail ordusuna ait mermilerle “çocuk katili Hamas hikayesi” anlatmaya çalışmak nasıl bir akıl, nasıl bir ruh hali? Aptalı oynamak mı, insanları aptal yerine koymak mı? Küstahça, inanmanız gereken hikayemiz budur, işin aslının ne olup ne olmadığını sormak haddiniz değil mi demiş oluyor? Her ne diyorsa, her kime diyorsa hem kendi sözünün hem de muhataplarının bir zulme (karanlığa) mahkûm görüldüğü çok açık. Deve kuşu gibi sadece kendi gözünü kuma gömmekle hiç kimsenin hiçbir şeyi görmeyeceğini zannetmenin aptallığı mı yoksu?



Oysa öbür yanda apaçık, bir güneş gibi parlayan bir gerçek var. Hamas’ın mücadelesinin 7 Ekim öncesine nazaran dünyanın her yanına hiçbir propagandaya, hiçbir tanıtıma, hiçbir anlatıma gerek duymayan haklılığının apaçık gerçekliği var. O gerçekliğin içinden bütün dünyaya kendini gıpta ettiren imanı, kahramanlığı, asaleti, güzelliği, merhameti, masumluğu var.

Elon Musk’ı ikna etseniz ne yazar? İsrail’in vahşi soykırımcılığı, Hamas’ın, Filistinin kahramanlığı ve haklılığı X sayesinde mi dünyada görüldü sanıyorsunuz? Olsa olsa X bu hakikate kör kalmayarak ve başkalarına bunu yansıtarak kendi insanlık onurunu kurtarmış oldu.

Ne diyordu Kassam Tugayları resmi sözcüsü Ebu Ubeyde: “Biz kimseden yardım istemiyoruz. Bir tek Allah’tan yardım istiyoruz. O da kimi layık görürse onun eliyle bize yardımlarını gönderir.”

Bu öyle bir davadır ki, bu davada Gazze’ye yardım edenler sadece kendilerine yardım etmiş oluyorlar.

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0